Son ameliyata iki hafta kala

Leyla’nin son -diye umdugumuz- ameliyatina tam iki hafta kaldi! Ben de bu vesileyle hem bu aralar aklimdan gecenleri, hem de Leyla Hanim’in son numaralarini yazmak istedim.

Tekrar hastane surecine girecek oldugumuzu dusunmek tahmin edersiniz ki epey can sikici. Ote yandan bu “son” ameliyati sag salim atlatmamiz halinde, duzenli kardiyolog muayeneleri disinda bir sey dusunmemiz gerekmeyecek diye umuyoruz uzun bir sure boyunca. Eh, bu da uzerimizden daglarin kalkmasi demek…

Onumuzdeki hafta Leyla’nin ameliyat oncesi olmasi gereken kontrollerini yaptiracagiz. Eko, ekg, gogus filmi cektirmemiz ve de kan tahlili yaptirmamiz gerekecek. Butun bu islemler burada, yani Charleston’da olacak. New York’ta ameliyattan iki gun once, anjiyo benzeri bir islem gecirecek Leyla ve genel anestezi almasi gerekecek. Sonrasinda da ucuncu acik kalp ameliyatina girecek. Her seyin iyi gececegini ummaktan baska elimizden bir sey gelmiyor. Zaten aslinda Leyla’yi hastaneye sag salim yatirabilmek bile epey sevinmemiz gereken bir olay. Cunku ornegin hasta olmasi durumunda ameliyat ertelenebilir. Bu da hicbirimizin isteyecegi bir sey degil. Bu sebeple de gelecek haftadan itibaren Leyla’yi krese yollamayacagiz ki tam ameliyat oncesi bir hastalik kapmasin.

Yavas yavas, Leyla’ya arabaya binip uzun bir yola cikacagimizi ve oraya babaanne ve dedesinin de gelecegini anlatmaya basladik. O tabi simdilik o kadar uzun boylu planlari anlamiyor, gozlerini tavana dikip biraz dusunuyor sonra oyununa devam ediyor. Ogrendigimiz kadariyla bir cocuk ciddi bir operasyon gecirecekse, cocuk kac yasindaysa o kadar gun once bunu ona anlatmaniz en iyi sonucu veriyormus. Biz de herhalde New York’a yola ciktigimizda anlatacagiz olacaklari; tabi ki en genel hatlariyla.

Daha once bahsettigim gibi yolda ve hastanede Leyla’yi oyalayabilmek icin epey oyuncak biriktirdik. Fakat ben o kadar zor tutuyorum ki kendimi simdiden onlari Leyla’ya vermemek icin! Umarim surprizleri bozmamayi basaracagim!

Leyla Hanim’in son numaralarina gelirsek: bu aralar en sevdigi zit kavramlar ters ve duz! Bir keresinde bir seyini Arman ters giydirmisti, ben de tesadufen fark ettim “aa baban ters giydirmis bunu” dedim, sonra da duzelttim. Leyla da bunun uzerine bana “baba teeers, anne duuuz” dedi 🙂 Bundan baska, hala bebek cilginligi devam ediyor. Bebeklere hep “baby” diyordu bizim bebek dememize ragmen, ne olduysa birkac gundur bebek diyebilmeye basladi. “Ev bebeeek, atta baby” diyor simdi de; tipki “ev anne/baba, atta mommy/daddy” demesi gibi.

Bebeklere duskunlugunde emzigine de ozlem var sanki. Cunku ne zaman -canli veya cansiz- bir bebek gorsek, Leyla’nin tepkisi aynen su sekilde oluyor: “Baby!” “Em!” Hatirlarsaniz, “em” Leyla dilinde “emzik” demek. Oyle bir “em” deyisi var ki, oyle bir ozlem yayiliyor ki o “em” sesinden, sanki yaslilarin genclik gunlerini anlatislarindaki ozlemi duyuyorsunuz. Sigarayi bir sekilde birakan kirk yillik tiryakilerin durumuna dustu bizim kiz da anlasilan!

Bebek dedim de, Leyla aslinda her seyin en kucugune bayiliyor. Diyelim resim yapiyoruz (yani ben yapiyorum ve o seyrediyor!) ve ben ay dede ciziyorum, hemen “mini ay dede” diyor. Yani cizdigimin bir kucugunu cizeyim istiyor. Onu da cizince “baby ay dede”  istiyor bu sefer. Ne cizersem cizeyim illa uc tane cizecegim: bir buyuk, bir mini, bir de baby!

Her seyin baby’si olabilir ve tum bu babyler aglayip altlarini kirletebilirler. Mesela boy boy olan bir oyuncagi (ornegin ic ice koyulan kaplar) olsun, Leyla’nin o oyuncaklar icinden en sevdigi, onlarin en kucugu oluyor. Veya yedigi bir sey boy boy olsun; o, en cok iclerinden boyutu en kucuk olani seviyor. Sonra bir bakiyoruz elinde minicik bir domates, neymis efendim o baby domates agliyormus cunku altina kaka yapmis. Hemen benim veya Arman’in bu kucuk domatesin altini degistirmesi gerekiyor!!

Hakkini yemeyelim ama Leyla da artik alt degistirmede (ve pisik kremi uygulamasinda) bir uzman:

Image 2018-02-21 at 9.01.55 PM

Hani, tahminimce, neredeyse her ebeveynin zaman zaman yasadigi bir tukenmislik durumu vardir. Bazen oyle anlar gelir ki, artik sabriniz tasmistir. Avaziniz ciktigi kadar bagirmak istersiniz. Ya da “yeter artik!” deyip, kapiyi carpip kacip gitmek istersiniz. Iste bende o durumlar epey sik oluyordu. Ozellikle Leyla’nin 1-1.5 yas civarinda tahammulum yerlerdeydi. Leyla ne yapsa batiyordu sanki. Uyumayinca, cok aglayinca, yemek yemeyince, bir saniye olsun pesimi birakmayinca gercekten hungur hungur aglayasim geliyordu (Burada Bir Kadin Bir Erkek’te, Demet Evgar’in “ben de bir insan evladiyim” diye agladigi sahane sahneyi aniyoruz ve yazidaki bu agir havayi biraz hafifletiyoruz!). Simdi Leyla buyudu, ben biraz daha tecrube sahibi oldum. Artik o kadar cok kriz yasamiyoruz ama yine de zaman zaman kendimi cok zor tuttugum, sesimi yukselttigim veya Leyla’ya sert ciktigim zamanlar oluyor maalesef.

Tum bu celallenmelerin ardindan bir de kendini suclama evresi geliyor. “Ben ne kotu anneyim neler dusunuyorum” veya “Herkes cocugunu ne guzel idare ediyor (!), sesini yukseltmiyor; ben neden boyleyim” gibi seyler dusunuyorum. Daha da fenasi, eger cocugunuzun ciddi bir hastaligi varsa ve geleceginiz belirsizse, kendinizi suclamalarinizin dozu daha da siddetleniyor. Cunku hayatinizin o anindan uzaklasip, omrunuze buyuk olcekten baktiginizda, cocugunuzla kac yil daha gecireceginizin cok ama cok belirsiz oldugunu bir kez daha fark ediyorsunuz. Ve o an pismanliklar bir bir sirtiniza yukleniyor. Daha birkac ay once, ameliyati esnasinda olup olup dirildiginiz cocuk simdi gece uyumuyor diye kendinizden gecmeniz gozunuze cok simarikca ve nankorce geliyor. Veya artik 2 yasini gecmis cocugunuz, hala evin icinde kucak kucak diye gezdiginde, sizin de kollariniz koptugunuzda, “yeter ama artik ya!” diye soylendiginizde akliniza yogun bakim gunlerinde cocugunuzu bir dakika olsun kucaginiza almak icin omrunuzu verecek durumda oldugunuz geliyor. Biliyorum boyle dusunmemem lazim, kendime haksizlik ediyorum ama elimde degil. Hele ki ameliyat tarihi giderek yaklasirken, tahammulsuz davrandigim anlar iyice gozume batiyor.

IMG_6643
Bazen de her sey boyle bal kaymak oluyor.

Arman o kadar iyi bir baba ki, belki kendime yuklenmemde onun da payi var. Bugune kadar ben bin kere “of” dediysem, o bir kez olsun dememistir. Bir kez olsun sesini yukseltmemistir Leyla’ya. Hep sonsuz bir sabir, sevgi ve anlayis emsali olarak kalmistir. Hani sagda solda gordugumuz “mukemmel” anneler veya babalar icin icimizden “Aman canim, elbet onun da sabrinin tastigi oluyordur. O da insan degil mi sonucta” diye dusunup kendimizi rahatlatmaya calisiriz ya, iste Arman’a bakiyorum da; gercekten sabrinin tastigini henuz hic gormedim. Belki yazimi okurken “Deli misin nesin? Ne guzel iste, kafana taktigin seye bak!” diyorsunuz bilmiyorum. Ben de zaten bir seyden yana yakinmiyorum. Sadece keske ben de daha tahammullu, sabirli ve anlayisli olabilsem diyorum sanirim.

IMG_6909
Boyle baba sevilmez mi??

Yazinin sonunu bir yere baglayamiyorum madem, ben de bu aralar en sevdigim Leyla kelimesiyle kapatayim bu yaziyi: “isyah”, yani siyah demek 🙂

b46627fb-7da4-409e-af62-0ba0be00cb99
Barnes & Noble kitap okuma saati

5 comments

Yorum bırakın