Pazar monoloğu

Evin, her yer her yerde haline baktıkça; eşyalarımızı kağıtlara sarıp kolilere kaldırdıkça; ev “evimiz” olmaktan çıktıkça; içimdeki hüznün tonu da iyiden iyiye koyulaştı. Bazen insan ne kadar mantıklı olmak istese de olamıyor. Bazen insan içinde bulunduğu huzursuzluğu dağıtmak için kendisini karşısına alıp, kendi kendine geçmişindeki benzer deneyimleri hatırlatsa da faydası olmuyor. Bazen insan belki de sadece içinde bulunduğu duruma üzülmek istiyor; o kadar. Yok bu zamanlar geçecekmiş, yok elbette tekrar bir düzen kurulacakmış, çok büyük ihtimal şimdiki düzenden daha iyi olacakmış falan filan bunları diyen kendi sesine kulaklarını tıkamak istiyor sadece. İşte bugün böyle bir ruh hali içindeyim. Sadece kendime üzgün olmam için müsade etmek istiyorum. “Ama bak üzülmek yerine şükretmek için milyonlarca sebebin var!” diye listeler yapmak istemiyorum. Kurulu düzenini, böyle birden bire, güzel bir gelişme için bile olsa, bozmak zorunda kalmak gerçekten can sıkıcı diyorum kendime. Evet bunlar “hayatımızı kurduğumuz yıllar”, lakin sen sahiden daha tam olarak kendine bile gelememiştin, son yıllarda çok yıprandın, çok yoruldun, çok çabaladın haklısın diyorum. Hiç olmazsa çabaların boşuna gitmedi; yorulduğuna çoğunlukla hep değdi, her neye emek verdiysen emek verdiğin şey güçlendi ve büyüdü, seni bugünlere taşıdı diyorum. Sonra, evet biliyorum, yeni başlangıçlardan neredeyse nefret ediyorsun ve korkuyorsun; korkmakta da haklısın. Aslına bakarsan çoğu insan da senin gibi hissediyor yeni başlangıçlar konusunda. Sen belki de her şeyi abarttığın gibi, bunu da abartıyorsun ha ne dersin? diyorum. O zaman kendime biraz kızmaya başlıyorum, unuttun mu senden istediğim beni teselli etmen değildi, sadece içinde bulunduğum bu ruh halini yaşamama müsade etmeni istiyordum o kadar! diyorum. Yoksa ben de biliyorum yeniliklerin sadece ilk gününde ve en başında zorlandığımı, ben de biliyorum o yeniliğin ikinci gününde, sanki ikinci günümde değil de kırkıncı yılımdaymışım gibi hissettiğimi. Fakat, işte şimdi bunu düşünmek istemiyorum. Bugün sadece üzüntümü yaşamak istiyorum. Ayrıca hormonlarımızın ruh halimiz üzerinde bu kadar güçlü olabilmeleri de beni korkutuyor. Sanki kendi duygularım üzerinde kendimin hiçbir kontrolü yok gibi hissediyorum. Ben dediğim, bilincim dediğim, benliğim dediğim şey; gerçekten Arman’ın dediği gibi, sadece biyolojik bir şey olabilir mi yani diye düşünüyorum, canım sıkılıyor.

İşte uykusuz ve yorgun olduğum bir Pazar günü, Leyla öğlen uykusundayken ben de uyuyacağım yerde bu monoloğu yazıyorum. Son olarak da şunu ekleyeyim; hayat ne garip vapurlar filan demeyeceğim ama hayat sahiden de ne garip… Hani insan hasta olunca sağlıklı olduğu günlerde yaptığı şeylere ve sağlıklı zamanlardaki enerjisine hayret eder ya; işte o hesap böyle çok üzgün olduğunda da çok mutlu zamanlarını hatırlayıp bu iki ruh halindekinin de aynı insan mı olduğunu düşünüp hayret ediyor sanırım. Gerçi aynı şey açlık ve toklukta da geçerli. Bazen o kadar tok hissediyor ki insan kendini, sanıyor ki bir daha acıkması mümkün değil. O yüzden ben de son olarak kendime diyorum ki, içinde bulunduğun duyguyu yaşamana izin ver ama bil ki orada saplanıp kalmayacaksın; çünkü her şey geçici.

Kapak fotosu: https://three-principles.com/thoughts-even-matter/

Yorum bırakın