Hic beklemedigi bir anda, insanin hayati birden bire alt ust olursa eger; insan, hayatin anlamini sorgularken bulur kendini. Yasanilan kotu olaylarin bir anlami olsun ister. Basina hic kotu bir olay gelmese bile hayatin kendisi kabullenmesi yeterince zorlu bir surec iken, bir de boyle kahredici olaylar yasanmasi hayat denilen seyin ne oldugu, niye var oldugumuz, tum bunlarin anlaminin ne oldugu sorusuna iter insani.
Bazi kotu olaylarda iyi bir taraf gormek – insan kendini biraz zorlarsa – mumkundur. Cunku, o gibi durumlarda bir sekilde bir cikis yolu vardir. Insan, hayatina belki de daha guclenerek, yasadigi olaydan dersler cikararak veya yasadigi durumdan kurtulmak icin yeni yeni donanimlar edinerek kurtulabilir ve hayat yeniden devam edebilir. Fakat bazen oyle seyler yasar ki insan, hayatina devam etmek icin sebep bulmak cok guclesir…
Kucuklugumden beri en korktugum sey sevdigim insanlarin ölmesi ve sonunda benim yalnız kalmamdi. Kardesim de olmadigi icin, kucukken en buyuk kabusum anne ve babami kaybetmekti. Yapayalniz ben ne yaparim diye durup dururken aglardim bazi geceleri. Buyudukce benim icin ölüm nedense sirali bir sey haline geldi, dolayisiyla bu sefer de anneannem, babaannem ve dedem icin dertlendim, Amerika’ya geldikten sonra da bu korku bayagi hastalikli bir hal aldi. Bu konudan defalarca bahsettim, tekrar ayni seyleri yazmak istemiyorum. Demek istedigim, benim icin hayat normal seyrinde akarken bile kabul etmesi guc bircok sey barindiriyor. Dogmak, yasamak, yaslanmak ve ölmek gunumuzde neredeyse luks kalacak olgularken, bu haliyle bile hayati kabul etmekte zorlaniyorum.
Gectigimiz gunlerde, bilmem kac zaman sonra bir firsatini bulup film izleyelim dedigimizde, Arman iki film onerisiyle geldi ben de iclerinden Before Midnight’i sectim. Filmi begenmesine begendim ama icinde bosluklar var gibi geldi, hayat uzerine ve iliskiler uzerine yapilan konusmalar beni huzursuz etti. Ben de film uzerine yazilmis elestirileri okuyayim diye internette gezerken bir de gordum ki, meger bu film Before Sunrise ve Before Sunset filmlerinin ucuncusuymus! Boyle bir rezillik olamaz, ilk iki filmi izlemeden sonuncuyu izlemisiz… Haliyle diger iki gun de hemen bu filmleri -bu sefer sirasiyla!- izledik ve ben resmen mest oldum. Her sey yerli yerine oturdu! Oyle dogal, oyle guzel ve oyle ictendi ki bu filmler. Sanki gizli bir kamerayla filmin basrol oyuncularinin gunluk ama ilgi cekici ve derinlikli sohbetlerini izliyoruz gibi akip gidiyordu hepsi.
Bu uc filmin diyaloglarinin insani ta icinden yakalamasi bir yana, beni sarsan diger bir yani da her filmin arasinin yaklasik 10 yil olmasi oldu. Ilk filmde basrol oyunculari 20’li yaslarinda, ikincide 30’lu ve ucuncu filmde de 40’li yaslarindalar. Dolayisiyla, dogal olarak, gecen yillarin izini yuzlerinde ve iliskilerinde gormek mumkun ve bu niyeyse beni cok etkiledi.

Bu uc filmi izledigimiz gunlerde, Hermann Hesse’nin Siddharta’sini bitirmistim. Bir sekilde benim icin bu filmler ve bu kitap benzer seyler cagristirdilar. Hayat, hayatin anlami, zaman kavrami… Siddharta’nin beni en etkileyen kisimlari da, Siddharta’nin bir oglu oldugunu ogrendikten sonra yaptiklarinin anlatildigi kisimlar oldu. Ogluyla birlikte mutsuz olmayi, oglu olmadan mutlu olmaya tercih etmesi; bir gun aralari elbet duzelir diye yorulmadan umut etmesi; zamaninda kendisinin de babasini benzer sekilde uzdugunu fark etmesi beni cok ama cok etkiledi. Insanin evladi icin hissettigi seylerin ne kadar karmasik oldugunu dusundurttu bana tekrar.
Leyla’yi kaybetme korkumun 7/24 yani her an, her zaman var olmasi ve bu korkunun tum hucrelerime islemis olmasi sebebiyle, evladini kaybetmis insanlara cok yakin hissediyorum kendimi. HLHS’ten cocugunu kaybetmis insanlarin yazilari karsima ciktikca okuyorum, acilarini tahayyul etmeye calisiyorum, kendimi onlarin yerine koymaya calisiyorum. Bir de daha yeni, cok acimasiz bir hastalik sebebiyle henuz 5 yasindaki oglunu kaybetmis Umut Ozkirimli’yi ve korkunc bir kazada (kendisinin de dedigi gibi kaza degil cinayet!) 9 yasindakini oglunu kaybetmis Misra Oz’u takip ediyorum. Baslarina, su hayatta insanin basina gelebilecek -herhalde- en kotu seyin gelmis olmasina ragmen bir sekilde hala yasamaya calisiyor olmalari beni cok etkiliyor; kendime dersler cikarmaya calisiyorum.
Insan istiyor ki hayatta basina gelen her kotu olayin bir getirisi olsun, iyi bir tarafi olsun. Fakat boyle bir seyin mumkun olmadigini sonunda ben de anladim… Gorunen o ki, o iyi tarafi da insan bizzat kendisi yaratmak zorunda. Hastaliktan kaybedilen bir evlat icin, o hastalikla mucadele eden baska cocuklarin yaninda olmak veya korkunc bir kazada kaybedilen evlat icin baskalari da ayni sekilde olmesin diye sorumlularin yakasini birakmamak gibi…
Kapak resmi: Picasso, Girl Before a Mirror